Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahı

PROF. DR. NEVZAT TARHAN’ IN KORONAVİRÜS HAKKINDAKİ KONUŞMASINI VE BİR ÇOK UZMAN İLE YAPILMIŞ KONUŞMALARI https://www.haberturk.com/tv/programlar/video/gercek-fikri-ne-11-nisan-2020-covid-19-dogal-bir-virus-mu-uretilmis-bir-silah-mi/681672 İZLEYEBİLİRSİNİZ.

HABERTÜRK

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen online söyleşide dijital medyada gazetecilik konusu ele alındı. Moderatörlüğünü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın yaptığı söyleşide, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç.Dr. Bilge Narin, dijital medyada haber üretimi ve tüketimi üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Doç.Dr. Bilge Narin: 2030 yılına geldiğimizde haberlerin yüzde 90’ı algoritmalar tarafından yazılacak

“Hangi haberin hangi kişiye düşeceğine algoritmalar karar veriyor”

Söyleşiye Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın “Dijital medya nedir ve dijital medyada gazetecilik deyince tam olarak ne anlamalıyız?” sorusunu yanıtlayarak başlayan Doç. Dr. Bilge Narin, “Biz iletişim araştırması yaparken, üretim aşamasına, medya metnine ve izleyicilerin medya metnini nasıl alımladığına, nasıl okuduğuna bakarız. Dijital medya dediğimiz ortam bu üç aşamayı da dönüştürdü. Haberin üretim ve dağıtım süreçlerini değiştirdi. Haber metinlerinde artık eski formatlar yok. Metinlerde veri görselleştirmelerinin de kullanılmasıyla bambaşka anlatı tipleri oluşmaya başladı. Kişiselleştirilmiş haberler görüyoruz. Yani bugün benim gördüğüm bir haberle, başka birinin gördüğü haber aynı değil, çünkü algoritmalar bizim geçmiş arama davranışlarımıza, neyi beğendiğimize bakarak bize hangi haberi ulaştıracağına karar veriyor. Örneğin, Facebook’ta ben Hürriyet gazetesini takip ediyorsam, siz de takip ediyorsanız ikimizin de gördüğü içerik aynı olmaz. Çünkü algoritma benim geçmiş arama davranışlarıma, bir partiye olan yakınlığıma bakarak bana başka haberler gösteriyor. Gazete günde 1000 haber giriyorsa, bunlardan hangi 10 tanesinin benim akışıma düşeceğine algoritmalar karar veriyor” ifadelerini kullandı.


“Yeni medyada üç temel kavram vardır: multimedya, etkileşimlilik ve hipermetinsellik”

Prof.Dr. Süleyman İrvan’ın, “Dijital medyada hem üretimde hem içerikte hem de tüketimde farklılaşmalar ortaya çıktı. Üretim ile başlayacak olursak, üretimde birçok şey değişti. Robot gazeteciliği, hipermetinsellik gibi kavramlar ortaya çıktı. Hipermetinsellik konusunu biraz açar mısın?” sorusu üzerine Doç.Dr. Bilge Narin şu yanıtı verdi: “Yeni medya kavramı hakkında birçok kaynakta, birçok özellikten bahsediliyor ancak üç temel özellik bütün kaynaklarda vurgulanıyor. Bunlar multimedya, etkileşimlilik ve hipermetinselliktir. Multimedya, resim, video ve yazının bir arada kullanılmasıdır. Multimedya dediğimiz şey eskiden; gazetede, sabit görüntü ve yazının kullanılması; radyoda, ses ögesinin kullanılması; televizyonda da görsel ögenin ve belki çok az da alt yazının kullanılmasıydı. Ama şu an multimedya dediğimiz ortamda hepsini yapabiliyoruz, haberleri sesli, görüntülü, yazılı halde aktarabiliyoruz. Etkileşim kavramı ise, kullanıcıların habere gösterdikleri reaksiyondur. Eskiden bu çok sınırlıydı. Örneğin, akşam yayımlanacak olan bir haber bültenine bir eleştiri yapmak istediğinizde faks çekmeniz gerekiyordu. Haber bültenlerini hazırlayanlara seyircilerden fakslar geliyordu ve onlar da içlerinden on tanesini seçip okuyordu. Ama şu an herhangi bir sabah programına Twitter üzerinden hashtag açarak binlerce kullanıcının sizinle etkileşim kurmasını ve haberlere yorum yapmalarını sağlayabiliyorsunuz. Üçüncü kavram olan ve benim de doktora tezimin konusu olan hipermetin kavramını da açıklayacak olursak, bir kitap düşünün, bu kitabın başlangıcı, sonu belli ve bir okuma yönü vardır. Biz buna lineer (doğrusal) okuma diyoruz, soldan sağa doğru giden, başı sonu belli olan bir okuma yapıyoruz. Ama hipermetin kavramı, içerisinde linklerin bulunduğu bambaşka bir boyut getirdi. Dijital ortamda siz bir haber okuyorsunuz ve orada size deniyor ki, ‘daha önce burada, bununla ilgili şöyle bir haber vardı’, buna ister tıklarsınız ister tıklamazsınız ama tıkladığınız anda okuma yönünüz lineer okumadan none-lineer okumaya geçiyor, yani başka bir habere yönlendiriyor sizi. Bu durum okuma pratiğini öyle bir hale getirdi ki, siz Trump ile ilgili bir haber okurken, kendinizi Rihanna’nın son çıkan şarkısıyla ilgili bir haberde görmeye başlıyorsunuz. Hipermetinle birlikte matbaanın bulunmasından beri başlangıcı ve sonu belli olan okuma yönü değişti. Konuyla ilgili benim sevdiğim ve tezimde de kullandığım bir söz var. Arthur Kroker diyor ki: “Her teknoloji hem özgürleşim hem de tahakküm karşı ihtimallerini bünyesinde taşır.” Burada Arthur Kroker’ın kastettiği şey, teknolojiye bakarken tamamen siberütopik olup, ‘bu teknoloji ne güzel şey! Onun sayesinde daha muhteşem bir ortama sahip olduk’ da demeyeceğiz ama teknolojiye bakarken ‘hayatımız kaydı, robot gazetecilerin gelmesiyle gazeteciler ölecek mi?’ gibi çok karamsar bir tablo da çizmeyeceğiz. İkisini de dengeli bir şekilde incelememiz gerektiğini söylüyor. Ben de tezimde bunu yapmaya çalıştım. Hipermetinin, yani okuma yönünün değişmesinin, okur açısından ve gazetecilerin çalışma pratiği açısından neye dönüşeceğini inceledim. Bir kısım, ‘kullanıcı, okumak istemediği herhangi bir şeyi çok rahatça kapatabilir, devam etmeyebilir ve istediği konudan devam edebilir’ diyor. Bir kısım da, ‘tam metni bulabiliyorum, bu benim için bir avantaj. Mesela eskiden Ergenekon iddianamesinin tam metnini nereden bulacaktım? Şimdi haberdeki linkle kolayca bulabiliyorum diyor.”

“2030 yılına geldiğimizde haberlerin yüzde 90’ı algoritmalar tarafından yazılacak”

Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Konuyla ilgili olarak şöyle bir tespitim var; eskiden akademi, sektörün gerisinden geliyordu. Sektör yeni teknolojiye daha hızlı adapte oluyordu. Ama dijitalleşme döneminde akademi sektörün önüne geçti. Örneğin, sen robot gazeteciliği ile ilgili bir çalışma yaptın ama Türkiye’de robot gazeteciliği yapan medya kuruluşu yok. Normalde sektörün önde gidip akademinin ona yetişmeye çalışması lazımken, şimdi akademi sektörü itelemeye çalışıyor. Burada bir tuhaflık yok mu? Senin bu konudaki düşüncelerin nelerdir?” sorusu üzerine Narin şu yanıtı verdi: “Veri gazeteciliği çok önemli. Örneğin, siz milyonlarca belgeden oluşan Panama Belgeleri’ni oturup elle tek tek inceleyemezsiniz. Dünyanın en iyi araştırmacı gazetecisi de olsanız bunu yapamazsınız. Dolayısıyla sizin başka bir şeye ihtiyacınız var. Bu bağlamda robot gazeteciliğinden bahsedecek olursam; robot gazeteciliği konulu çalışmayı ben 2016 yılında yapmıştım. Türk medyasında hiç yapılmıyor demeyeceğim ama çok sık görmüyoruz. Robot gazeteciliğini futbol haberlerinde görebiliyoruz. Örneğin, ‘Fenerbahçe-Galatasaray arasında 37.si düzenlenen derbi maçında ilk gol geldi’ gibi bir altyazı algoritma tarafından yazılıyor. Robot gazeteciliği bizim ülkemizde çok sınırlı kaldı ama yurt dışında fazlaca üretiliyor. Hatta Narrative Science’a göre, 2030 yılına geldiğimizde haberlerin yüzde 90’ı algoritmalar tarafından yazılacak. Yani bizim gazeteci yetiştirirken onlara kod anlatmamak gibi bir şansımız yok. Biz hep robotların bir gün gelip mavi yakalıların yaptıkları işleri elimizden alacağı yönündeki hikâyelerle, filmlerle büyüdük. Gazeteciliği sofistike bir meslek olarak görüyorduk ve etkilenmeyeceğini sanıyorduk. Tabii robot gazetecilik derken hiç insan emeği ve müdahalesi olmadan haber yazımından bahsediyoruz. Sizlere, kendi yazmış olduğum bir robot gazeteciliği örneği gösterecek olursam; Bu benim javascript koduyla yazdığım hava durumu haberi. Ben burada yazdığım koda diyorum ki; Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne giderek verilerini kontrol et ve bana her 10 saniyede bir bilgi ver. Ankara’yı seçip tıkladığımda eğer hava güneşliyse ‘bugün hava güneşli, güneş koruyucularınızı sürmeyi unutmayın’ diye, eğer hava yağmurluysa ‘bugün hava yağmurlu, şemsiyelerinizi almayı unutmayın’ şeklinde ekrana yazı geliyor. Robot gazeteciliği Financial Times borsa haberlerinde sık kullanmaktadır. Böylece insan emeği olmadan yüzlerce haber üretebiliyor. Tabii bunun riskleri de var. Örneğin, Kandilli Rasathanesi’nden yanlış bir veri çektiniz ve halkı paniğe soktunuz. Böyle bir durumda sorumlu kim olacak? Yazılımı yazanı mı suçlayacağız, Veri çekilen platformu mu suçlayacağız? Bunun için de, ‘Bu haber algoritma tarafından üretilmiştir’ şeklinde bilgilendirici metinlere yer veriliyor.”

“Bilgisayar bilimleri ile gazeteciliğin yakınlaştığı bir döneme doğru gidiyoruz”

Günümüzde bilgisayar bilimleri ile gazeteciliğin yakınlaştığı bir döneme doğru gittiğimizi belirten Doç.Dr. Bilge Narin, “Kodlarla hikayecilik konusunda ilginç bir şey söyleyeyim. Akademisyen Bager Akbay robot bir şair yarattı. Posta gazetesine bir yıl boyunca gönderilen şiirler üzerinden en çok kullanılan ismin ‘Deniz’, en çok kullanılan soy ismin ise ‘Yılmaz’ olduğunu saptıyor ve Deniz Yılmaz adında bir şair yaratıyor. Deniz Yılmaz’a algoritmayla aruz ölçüsünü, alakalı sözcükleri arka arkaya yazmayı öğretti ve Deniz Yılmaz bir robot şair. İmza günlerine Bager Akbay değil robot şair Deniz Yılmaz gidiyor. Bunlar hayal gücümüzü zorlayan şeyler, ancak gelecekte bunlar beklenilen gelişmelerdir. Associated Press, news automation editör adında bir otomasyon editörü çalıştırmaya başladı. Yani artık robot gazetecilik üzerine çalışan, istihdam edilen kişiler var. Justin Myres kendini ‘gazeteci ve yazılımcı’ olarak tanıtıyor. Bu, bilgisayar bilimleri ile gazeteciliğin yakınlaştığı bir döneme doğru evrildiğimizin en önemli örneğidir. Bu durumun özellikle yurt dışında çok fazla arttığını görüyoruz” dedi.

Doç.Dr. Muzaffer Şahin: Gazetecilikte istikbal gördüğüm tek kurum haber ajanslarıdır.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen online söyleşide ajans haberciliği konuşuldu. Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Süleyman İrvan’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşide gazeteci öğretim üyesi Doç. Dr. Muzaffer Şahin konuk oldu.

“Ajanslar haber toptancılığı yapan kuruluşlardır”

Söyleşiye gazeteci öğretim üyesi Muzaffer Şahin’i tanıtarak başlayan Prof. Dr. Süleyman İrvan, “Doç.Dr. Muzaffer Şahin Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi lisans mezunu. Gazeteciliğe Hürriyet Haber Ajansı’nda başladı. Bu yıllarda İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans ve doktora yaptı. 1990 yılında Anadolu Ajansı’nda muhabir olarak çalışmaya başladı. Ajansta Ekonomi Haberleri Müdürlüğü, İç Haberler Müdürlüğü yaptı, son olarak da Haber Yayın Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. Anadolu Ajansı’nda iken Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde dersrler verdi. 2012 yılında Anadolu Ajansı’ndan emekli olarak Gazi Üniversitesi ve şimdiki adıyla Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Mesleki tecrübesi açısından Türkiye’de ajans haberciliğini anlatabilecek kişilerin başında geliyor. Ajans haberciliği konusunu ele alındığında Türkiye’de önde gelen isimlerden biridir” dedi ve konuğuna ilk olarak “Ajans haberciliği denildiği zaman aklımıza öncelikle ne gelmeli?” sorusunu sordu. Doç.Dr. Muzaffer Şahin, “Ajans haberciliği denildiği zaman öncelikle ajansın görevinin haber toptancılığı yapmak olduğunu belirtebilirim. Haber ajanslarının haberi toplama, yayımlama, diğer medya kuruluşlarına haberleri satarak maddi bir kaynak elde etme, ekonomik belli çıkarların olması gerektiği gibi haberleri toplayan mecralar olarak değerlendirebiliriz” diye cevapladı.

“Muhabirlerin tam donanımlı olması gerekir”

Prof.Dr. Süleyman İrvan’ın, “Ajansların belirleyici özelliklerini doğruluk, tarafsızlık, hız, güvenilirlik ve kapsayıcılık olarak tanımlayabiliriz. Sizin bu özelliklere ilişkin yorumunuz nedir, başka özellikler de var mı?” şeklindeki sorusuna Doç.Dr. Muzaffer Şahin şu karşılığı verdi: “Bu tanımlar gayet isabetli, tam yerinde tanımlar. Birkaç unsurla zenginleştirebilirim. Ajans gazetecisinin niteliği olarak bakarsak, donanımlı bir muhabirliğe ihtiyaç var. Bu donanım iki yönde. Hem teknolojik anlamda bütün araç ve cihazlara sahip olması hem de bunları haber üretim safhalarında kullanabilmesi, yazması, edit etmesi, redakte etmesi, servise hazır hale getirebilmesi gerekir. Bu donanımın yanında zamanı kullanım kabiliyeti ajansçılıkta çok ama çok ön planda. Örneğin gazetede vaktimiz var. Belli bir saate kadar haberimizi yazabiliriz. Haftalık haber dergisinde bir hafta süremiz var. Televizyonda isek ana haber bülteninin saati belli. Hatta internet haberciliğinde bile bir nefes alacak kadar vakit var. Ama ajans haberciliğinde nefes alacak kadar bile vakit yok. İşte bunu donanımlı muhabirin idrak edip bütünleşmesini gerektiren bir süreç olarak da izah edebilirim.  Küçük bir örnek vermek isterim. Isparta’da yıllar önce Atlas Jet’e ait bir uçak düşmüştü. Yolcu uçağının içerisindeki tüm yolcular vefat etmişti. Orada kaşeli bir kadın gazetecimiz vardı. İletişim Fakültesi’nden yaklaşık 2 yıl önce mezun olmuş bir arkadaşımızdı. Uçağın düşüş saati 5.30’du. Arkadaşımız olay yerine 25 dakika sonra varmıştı. Daha sonra tüm haber akışını başta televizyonlar, diğer haber ajansları olmak üzere o gün saat 09.00’a kadar tek başına bu arkadaşımız karşılamıştı. Bir kişilik haber ekibi tüm Türkiye’nin oradaki haber akışını karşılamayı başarmıştı. Başta Anadolu ajansı olmak üzere tüm medyanın haber ihtiyacı karşılanmıştı. Arkadaşımız bu süreci iyi yönetti. Ödülünü de aldı, bu başarısından dolayı kadroya dahil edildi.”

“Ajans haberciliği çeviri haberlerle başladı”

Konuşmasında ajans haberciliğinin tarihsel süreç içerisindeki gelişimine ve değişimine de değinen Doç.Dr. Muzaffer Şahin şunları söyledi: “Havas’ın ilk kuruluşunda çeviri bürosu gibi faaliyete başlamış. Yabancı gazetelerin haberleri çevrilerek Fransa’da ilgililerine, meraklılarına dağıtılmış. Fakat daha sonra ekonomik haberlere, demir piyasası, buğday piyasası, altın piyasası gibi haberlere ihtiyaç duyulduğu için ajanslar bu tür haberlere yönelmeye başlıyorlar. Piyasalarla ilgili haberleri vermey başlıyorlar. Bu çok önemli, yönlendirici bir süreç çünkü. O arada telgrafın da gelişmesiyle beraber ajans haberleri telgrafla nakledilmeye başlıyor. Telgrafın da çok büyük katkısı var ajans haberciliğinin gelişimine, hatta haber yazım tekniğine. Ters piramit haber yazım tekniğinin de bu süreçte geliştiği yönünde görüşler var. Nedir ters piramit tekniği? Çok önemli bilgileri öncelikle iletme. Bunun da iki nedeni var. Birincisi maliyet unsuru. Telgrafta kelime ücreti ödenir. İkincisi de, telgraf hatlarınde kesintiler olduğu için bilgi kaybını önlemeye çalışmışlar. Demişler ki, ne kadar önemli, ne kadar hassas bilgi varsa önce onu iletin, vaktiniz kalırsa diğer detayları verebilirsiniz. Bu işte ters piramit haber yazma tekniğini çağrıştırıyor.         

“İki yüzyılda ajans haberciliği çok zenginleşti” 

1830’larda başlayarak günümüze kadar geçen iki yüzyıllık süreçte ajans haberciliğinin çok zenginleştiğini ifade eden Doç.Dr. Muzaffer Şahin, “Tarihsel gelişim süreci içerisinde haber ajansları çok farklı süreçlere girmiştir. Esas olan haberi vermek ama zamanla büyük haber ajansları içerisinde önemli bölümler oluşmuştur. Tematikleşme oluşmuştur. İşte sadece fotoğraf ajansı karşımıza çıkmıştır. Dini haber ajansları ortaya çıkmıştır. Vatikan Haber Ajansı bunların en başında geliyor. Sadece spor haberi veren ajanslar çıkmıştır. Sadece karikatür dağıtımı yapan ajanslar vardır.Bunlar giderek yaygınlaşmıştır. İlk ajansın kuruluşundan bu yana neredeyse iki yüzyıl oldu. Bu iki yüzyılda ajansçılık çok zenginleşti. İçeriği farklılaştı ve hizmet sunduğu hedef kitlesi de sadece medya olmaktan çıktı. Aynı zamanda iş dünyası, siyaset, bürokrasi, bankalar, sivil toplum örgütleri gibi farklı kesimlere hizmet verir hale geldi” dedi.       

“Medyada, gazetecilikte istikbal gördüğüm tek kurum haber ajansları”

Konuşmasında haber ajanslarının sürekli yukarıya doğru giden bir ivme ile geliştiğini vurgulayan Muzaffer Şahin, şunları söyledi: “Haber ajansları çok büyüdü, çok da gelişti. Geçmişten bugüne, böyle bir grafik çizersek yukarıya doğru gidiyor ve ben bu çıkışın duracağını düşünmüyorum. Medyada, gazetecilikte istikbal gördüğüm tek kurum haber ajanslarıdır.” Son yıllarda haber ajanslarında istihdam oranlarının arttığını da vurgulayan Şahin, “Geçmişte 250-300, hatta ilk kuruluşunda 20-30 gazeteciyle başlayan Anadolu Ajansı’nda bugün kaşeliler, freelance’lar dahil istihdam edilen  2 bin 500 civarında gazeteci var” dedi.    

“Anadolu ajansının kuruluş amacı, milli kurtuluş hareketini doğru haberlerle aktarmaktı”

Konuşmasında Anadolu Ajansı’nın kuruluş amacına da değinen Doç.Dr. Muzaffer Şahin, “Atatürk’ün sözüyle de bu tescillenmiştir. Milli kurtuluş hareketini bütün iç ve dış kamuoyuna sahih haberlerle yani doğru haberlerle duyuracaktır diyor. Kuruluşundaki temel felsefe bu.Anadolu Ajansı’ından önce kurulmuş ajanslar da vardı. Osmanlı döneminde kurulmuş üç haber ajansı vardı. Önce Osmanlı Telgraf Ajansı, sonra Osmanlı Milli Telgraf Ajansı, daha sonra da Türkiye-Havas-Reuter Ajansı, üçlü ortaklık şeklinde. Anadolu Ajansı 1920’de kurulunca bu Türkiye-Havas-Reuter ajansının kullandığı bütün teknolojik cihazlar ile mütercim-tercüman ve gazetecileri olduğu gibi Anadolu Ajansı’na geçmiş. Anadolu Ajansı’nın isim annnesi Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip Adıvar, Yunus Nadi ve Atatürk birlikte kuruyorlar Anadolu Ajansı’nı. Anadolu Ajansı’nın kuruluşuyla ilgilim Ataürk’ün yayımladığı bir telgraf var. Bu telgrafta Anadolu Ajansı’nın neden kurulduğunu, nasıl çalışacağını anlatıyor. Bütün Türkiye’ye duyuruluyor” dedi.

“Haberin asıl gücü muhabirdedir”

 Haber ajanslarında haber üretim süreçleri, haber kararlarının nasıl alındığı, gündemin nasıl belirlendiği konularında da önemli bilgiler veren gazeteci akademisyen Muzaffer Şahin, “Ama haberin asıl gücü muhabirdedir. Muhabir kendi alanının, kendi ilinin gündemine vakıf olması ve sıcak gelişmeleri çok yakından izlemesi gerekir” dedi. Sıcak gelişmelerin haber yapılma süreci hakkında da bilgi veren Şahin, “Çok sıcak bir gelişme olursa ilgili muhabir bunun önce flaşını geçer. Flaş dediğimiz, ilk bilgilerdir. Diyelim ki uçak düştü, ‘Akdeniz açıklarında bir yolcu uçağının düştüğü öğrenildi’, bu kadardır flaş. Fakat bu flaşın verilmesi esnasında deriz ki ‘mutlaka 5 defa nefes alıp verin’. Flaşı hemen vermeyin. Yanlış bir duyum olabilir. Çok hızlı verilmesi gerekir ama bir 5 saniye beklemekte yarar var. Yüzde yüz eminseniz, her türlü teyidi almışsanız hemen verebilirsiniz. Ama soru işaretleri varsa biraz beklemekte fayda var. Anadolu Ajansı’nın flaş verdiği haberler yüzde 99 doğrudur. Ajans muhabirliğinin yükümlülüğü, sorumluluğu çok fazla. Hem medyayı haberle doturacaksınız hem de doğru haberle doyuracaksınız. Ajans muhabirleri kamuoyunda çok tanınmaz ama ajans muhabirinin adını kendi sektöründeki gazeteci arkadaşları çok iyi bilir. Örneğin Meclis’teki ajans muhabirinin adını Meclis’te görev yapan bütüm muhabirler bilir. En ufak sorunda ajans muhabirini arar ve bilgi alır. 

Gazeteci Muzaffer Şahin’den öğrencilere tavsiyeler

Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Gazetecilik anlamında kendini mesleğe adamış öğrencilerimize ne gibi tavsiyeler verirsiniz” sorusuna Muzaffer Şahin şu karşılığı verdi: “Kendilerini teknolojik anlamda geliştirsinler, habercilikte kullanılan programları öğrensinler. Donanımlı bir gazeteci olarak iş dünyasında fark yaratabilirler. Ajans gazeteciliğini öncelikle tavsiye ederim. Bu alana yönelebilirlerse, orada kendilerini bir süre geliştirdikten sonra istedikleri medya sektörüne geçebilirler. Bu şekilde farklı alanlarda uzmanlaşma yoluna gidebilirler.” 

ORHAN ŞENER İLE GAZETECİLİKTE DİJİTAL DÖNÜŞÜM

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen online söyleşide Gazetecilikte Dijital Dönüşüm konuşuldu. Bölüm Başkanı Prof.Dr. Süleyman İrvan’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşide TGS Akademi Direktörü – Yazar Orhan Şener ile Gazetecilikte Dijital Dönüşüm konuşuldu.

“Dijitalleşme var Dijital Dönüşüm yok gibi”

Söyleşiye Yazar Orhan Şener’ i tanıtarak başlayan Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Dijital Dönüşüm devam eden bir süreç, Türkiye bu süreci ne kadar yakalayabildi? Genel bir değerlendirme ile Dijital Gazetecilik sizin gözünüzde hangi seviyede?” sorusunu yöneltti. Orhan Şener: “Dijital Dönüşüm denince başta 96-2000 yılları arasında erken dönem ilk kez gazetelerin online olması sürecinde Türkiye’ de Radikal, Posta, Zaman ve Hürriyet bu gazetelerle başlamış olduğu bir dönem, Serdar Kuzuoğlu’ nunda başını çektiği, o dönemde internette var olalım diye düşünüyor 2000’ den sonra bilgisayarın eve daha yaygın girmesi ADSL’ inde gelmesiyle birlikte bu sefer insanlar ücretsiz haber tüketimi için internetten gazetelere girmeye başladılar. O noktada da olan olduğu için geri adımda atılamıyor, bu işin doğası bu dendi reklamdan para kazanırız hem zaten gazete satışını da engellemez insanlar gazete almaya devam eder ve bunun dijital dönüşüm olduğunu düşündüler daha sonra 2010 yılların geldiğimiz süreçte Türkiye’ deki siyasi iklimin değişmesi ile birlikte ifade hürriyetindeki sorunlarla birlikte medya sahipliklerininde yapısının değişmesi ile birlikte bu sefer merkez medya denilen şey zayıflarken kağıt olarak alınabilecek gazetelerde azaldı, bu sebepten ‘Digital-Born’ dediğimiz şey oradan doğmuş Diken, T24 gibi mecraların ortaya çıkması sonrasında merkez medyadan önemli gazeteciler Murat Yetkin, Uğur Gürses gibi bir çok gazetecinin de kendi bloglarını yazmaya başladığı bir döneme de geldik arada ki süreçte de özellikle arkadaşlarımızın da içinde olduğu kuşak kağıt-gazete ile temasları kesildi, dünyada da genel trend bu internetten takip edilen bir şeye döndü haber ve de Twitter özellikle çok domine etti Twitter sanki bir haber mecrası gibi oldu. Böyle bakıldığında Dijitalleşme var Dijital Dönüşüm yok gibi yani bilinçli olarak bir şey dönüştürülmüş durumda değil, biraz el yordamı ile olmuş gerçek bir dijital stratejisi yok. Yeni yeni Dijital abonelik koymaya başladı gazeteler” dedi.

Haberlerde özgün bir şeyler sunmak lazım”

Söyleşide Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Dijital gazetecilik dediğimiz, Dijital Dönüşümü sağlamış bir medya için nasıl bir gazetecilik nasıl bir donanıma sahip olmalı?” sorusunu yöneltti. Orhan Şener: “Temelden başlayacak olursak, mecralar tarafından baktığımızda dijital dönüşüm nasıl olacak? Örnek veriyorum Cumhuriyet gazetesi, 1. Çok agresif dönüşümler yapmamak gerekir, hali hazırda olan kitleyi korkutmamak gerekir çünkü 35-50 bin trajınız var ama mesela Covıd salgını denildiğinde basılı gazete alımında düşüş var bu durum insanı biraz mecbura itiyor, bunu yaparken de şöyle bir lüksümüz yok bu iki seneyi dijitale dönüştürmeye ayırıyoruz hiç para kazanmıyoruz böyle bir şey yok. Eldekini tutmak bir yanda da teşvik ile daha genç kitlelere veya da hali hazırda bunu basılı olarak alan yaşı daha büyük kitlelere kolay bir yoldan nasıl dijitalde erişebileceklerini onlara göstermek, farklı abonelik methodları, belki de basılı gazeteye abone olanlar, dijital bir sürü hediye etmek, daha sonra dijitali uygun bir hala sokup basılı gazeteyi onları kullanmaya teşvik etmek gibi yumuşak geçiş modelleri olmalı ama bunu içinde somut bir strateji lazım, dönüşüm editörü denen bir şey var. Bir editörün tek görevi analitik olarak ‘biz kimi abone yapabiliriz?’ bunun içinde ‘funnel’ denilen huni modeli kullanılıyor, genel sosyal medya bizi görenler, düzenli olarak etkileşime girenler, bize mail üzerinden abone olanlar, yoğun okuyucular denilip en alta kademeye teklif sunduklarımız onun altında da kabul edenler vs. gibi bunun takibini yapacak biri lazım. 2. Haberlerde özgün bir şeyler sunmak gerekiyor. A’ dan gelen haberi kopyala-yapıştır yap, biraz değiştir o biçim sosyal medya da bu trafik getirir tabi ki gelire dönüşmesi zor, Google reklamıyla bir şeyler kazanıyor mecralar ama kısıtlı bu o şekilde zor. O yüzden dijitale özgün içerikte üretmek gerekiyor.” Dedi.

Düşük maliyete Yüksek Verim tabi ki elde edilebilir”

Söyleşide Yeni medya ve Gazetecilik bölümü öğrencilerinin “Basılı Gazete yerine dijital gazete neden tercih edilmeli? Edilir ise; düşük maliyete yüksek verim elde edilebilir mi?” sorusuna Orhan Şener; “Basılı olduğu zaman yani genel olarak bakıldığının da basılının gereksiz maliyeti var. 1. Kağıt, mürekkep ve matbaa, 2.si ise Taşıma baktığınız zaman bir gazete satışı o dağıtımı anca kurtarıyor, üstüne kar edemiyorsun Newyork Times değilseniz, çünkü bildiğiniz dünyanın en büyük lojistik işlerinden biri Coco-Cola gibi her yere gidecek. Prof. Dr. Süleyman İrvan, “Belli bir sayıya ulaşılmış olması gerekiyor, Türkiye’ de bildiğim kadarıyla 30-36 bin Gazete dağıtım ağı var. Bildiğim kadarıyla da bir çok gazete basıldığı zaman bile satılmıyor.” Orhan Şener; “Satılmaz. Çok talep yoksa oraya kadar gitmez ve bu çok ince bir iştir bir çok insan bu işle ince ince uğraşırlar. Örnek vermek gerekirse, Şişlinin herhangi bir bayisinden şu kadar alınır ama yarın maç var şundan dolayı böyle bir şey var, bunları düşünmek ince ve zor bir iş ve maliyetlidir. Peki Dijitalin artısı nedir, dijitali analogdan farklı yapan ne marjinal üretim maliyetini 0 veya 0’ a yakın olması yani bir birim daha üretmek istiyorsan yani mürekkep kağıt masrafı var, online da ise; Control-C/Control-V Sıfır Maliyet Sıfır Zaman en basitini düşünürsek.Kolay üretim kolay çoğaltım ve kolay dağıtım.Ama iş tabi ki orada bitmiyor, Esas maliyet bu değil gazeteciliğin esas maliyeti gazetecidir, gazeteci pahalı bir şey aslında, iyi eğitimli bir insanı alıyorsun biraz cesur, dışa dönük olacak hem okuyacak hem yazacak hem gidecek hem soracak hem de sahada dolaşacak bu kadar beceri bir arada baya maliyet bakıldığı zaman. Bunlar; ucuz şeyler değil. Çok daha verimli işler yapılabilir ama kendi mantığı var ona uygun bir şey yapmak gerekiyor.” Dedi.

KORONAVİRÜS SALGINI KORONAFOBİYE YOL AÇTI

Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan Koronavirüs vakalarının (Kovid-19) Türkiye’de de artmaya başlamasının ardından Koronavirüs nedeniyle toplumda panik oluştuğunu belirten Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Koronavirüse yakalanma korkusunun Koronafobi olarak adlandırılabilecek bir hastalığa yol açtığını söyledi.

HABER ÜSKÜDAR

Yeni bir hastalık: Koronafobi

Koronavirüs vakalarının artmasıyla birlikte toplumda gittikçe yaygınlaşan Koronafobinin kişilerin günlük yaşamını ve sosyal hayatını olumsuz etkilemeye başladığını ifade eden Prof.Dr. Nevzat Tarhan şunları söyledi: “Şu anda koronavirüsle ilgili yeni bir hastalık çıktı. Adına koronafobi denebilir. Bunun muhakkak psikolojik ve sosyal sonuçları olacaktır. Aynı zamanda da psikiyatride mizofobi diye bir hastalık var. Bu mikrop korkusudur. Mikrop korkusu hastalığı normalde toplumda belirli bir oranda bulunuyordu. Şimdi bunun oranının da artacağını öngörüyoruz. Fobiler insanı sosyal olarak çok kısıtlayan rahatsızlıklar. Normal şartlarda böyle tehdit eden durumlarda sağlıklı kişilerde ‘stres var, panik yok’ diyoruz. Bu kişiler, stresi kontrol edilemeyen bir stres haline getiriyorlar ve panik haline geliyor. Koronavirüs de kontrol edilemeyen bir stres halinde olursa kişide kaçınma davranışları ortaya çıkıyor. Kaçınma davranışları da kişiyi sosyal olarak bireysel davranışlarda kısıtlıyor. Bu hastalık koronavirüs gibi öldürücü olmuyor ama kişide ciddi bir yeti yitimi yapıyor. Kişi ailesiyle ilişkilerde, sosyal temaslarda, basit bir toplantıda, evden çıkmada sorun yaşayabiliyor. Hatta bu tarz fobisi olan kişiler evlerinde banyoya bile gidemiyor, evde eline çorap geçirip dolaşıyor.”

“Koronavirüsle birlikte hayatımıza karantina ve izolasyon kelimeleri girdi”

Koronavirüs ile birlikte hayatımıza karantina ve izolasyon kelimelerinin girdiğini ve toplumdaki panik ve korkunun her geçen gün arttığını belirten Prof. Tarhan; “Toplumsal psikolojide şu anda kaygı yüksek. Kontrol edilebilen stres faydalıdır. Kaygının yükselmesi zaten beklenen bir şey. Ama kaygının kontrolsüz bir şekilde olması orantısız olduğu için zarar vermeye başlar. Dünyadaki durum şu anda bir fırtınaya benziyor. Fırtına varken yürümeye devam edilmez. Bir yere çekilip beklenir. Fırtına geçtikten sonra tekrar yolunuza devam edersiniz. Burada da aynı konu. 15 gün gibi geçici sürelerle sosyal izolasyonlar yapılıyor. Riskli alanlardan gelenler karantinaya alınıyor. Bu durum olumlu ve olması gereken bir durum. Karantinayı umursamayanlar, durumu küçük görenler, İtalya gibi, İran gibi yerler şu anda kontrolü kaybetmiş durumdalar. Türkiye ilk baştan beri bilimsel standartlara uygun davranıyor. Bu nedenle kontrol altında gidiyor ama henüz risk geçmiş değil. Korku faydalı, tedbirli olmak gerekli ama korkuyu nasıl karşıladığımız tamamen algılamamız ve bilgilenmemizle ilgili bir durum. Bu durumda stres var, panik yok diyoruz” şeklinde konuştu.

“Pozitif bakış açısını kaybetmeyin” 

Prof.Dr. Nevzat Tarhan, kişilerin koronavirüs sürecini daha sağlıklı geçirmeleri adına ise şu tavsiyelerde bulundu: “Önemli olan, yaşanan olayı pozitif yönden görebilmek. Ortada bir kriz var. Kişiler niye oldu demek yerine bunu nasıl yönetirim demeli. Çevreme böyle bir durumda nasıl faydalı olabilirim demeleri gerekiyor. Genellikle ben-merkezci düşünenler bundan kaçınırlar. Kötü dünya sendromu diye bir sendrom var. Buna bağlı olarak insanın olağanüstü durumlarda yarattığı üç türlü davranış vardır. İlki kaçınma davranışı. Genellikle ben-merkezci kişilerde olur. Uzaklara giderek izole yaşamak isterler. Bazı kişilerde depresif yaşantılar olur. Ümitsizlik ve karamsarlığa düşerler. Bazı kişiler de agresif olurlar. Bu üç durum da beklenen durum. Ama pozitif davranabilen kişiler ki bunlar akıllıca davranmış olurlar. Bu kişilerin liderlik gösterip bu durumlarda çevresindekilere liderlik yapabilmeleri gerekir. Bakanlığın belirlediği 14 tane kural var. Bunların uygulanması gerekiyor. Bunların uygulanması, gerekli çoğu önlemin alınması demek. Günceli takip etsinler ama pozitif bakış açısını değiştirmesinler.” 

“Kaygının korkuya dönüşmesi sağlıklı değil”

Koronavirüs konusunu yok saymanın, görmezden gelmenin gerçekçi olmadığını belirten Nevzat Tarhan, “Şu anda bu konuyu yok saymak gerçekçi değil. Ortada açık bir kriz var. Böyle durumlarda ümitsizlik ve karamsarlığa düşmemek, gelecekle ilgili yapacağımız planlardan vazgeçmemek gerekir. Şu anda bu konu ister istemez konuşulacak. Evdeki televizyonu kapatmak belirsizliğe sebep olmaktır. Krizlerde açık ve şeffaf olmak gerekiyor. Şu anda biz gördük ki böyle bir krize biz sağlık politikaları olarak hazırmışız. Baktığımız zaman ülke olarak durumu iyi yönetiyoruz. Yöneticilere güvenmek de korku ve kaygıyı azaltır. Kaygının olması normaldir ama kaygının korkuya dönüşmesi sağlıklı değildir. Yavaş yavaş korkuya dönüşen bir kaygı mevcut ülkemizde. Korku daha da ilerlerse paranoyaya dönüşür. Paranoya da ayrımcılığa götürüyor. Çekik gözlü birisini görünce kaçmak gibi” ifadelerini kullandı.

ESRA ÖZ İLE ÇEVİRİM İÇİ KONUŞMALAR

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen online söyleşide sağlık haberciliği konuşuldu. Bölüm Başkanı Prof.Dr. Süleyman İrvan’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşide gazeteci Esra Öz sağlık haberciliği konusunda yalanan sorunlar ve çözüm önerileri üzerinde durdu.

Esra Öz kimdir?

Bilim ve Sağlık Habercisi, Biyolog, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Biyoloji ve Anadolu Üniversitesi Radyo TV bölümlerinden mezundur. Ankara Üniversitesi Gazetecilik bölümünde yüksek lisans yapıyor.

Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü olarak çalışmalarını iki yıl boyunca sürdürdü. Derginin yanı sıra TRT Kent Radyo Ankara’da “Sağlık Gündemi” programını hazırlayıp sundu. Yine aynı tarihten itibaren Milliyet Gazetesi Pembe Nar Sağlık Köşe yazarı olarak hem özel röportajları hem de yazıları yayınlandı. Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti mali işbirliği çerçevesinde finanse edilen ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Rekabetçi Sektörler Programı Medya İletişim Koordinatörü olarak çalıştı.

Türkiye’deki ilk sağlık blog yazarlarından biridir. Akademik çalışmalara da önem verdiği için bu zamana kadar sempozyumlarda dört sözlü bildiri sundu. Fotoğrafçılık, spikerlik ve sunuculuk alanlarında eğitimler aldı. Bu zamana kadar yedi kez basın ödülü verildi.

“Bu kişiler insanların hayatını ciddi anlamda tehlikeye sürüklüyorlar”

Söyleşiye gazeteci Esra Öz’ü tanıtarak başlayan Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Koronavirüs salgını başladığı dönemde televizyonların işin ciddiyetini pek fark edemediklerini ve ekranlara Türk genine bulaşmaz ya da çorba için virüsten korkmayın diyen kişilerin uzman olarak çıkarıldıklarını gördük. Siz medyanın salgına ilişkin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusunu yöneltti Esra Öz: “Aslında enfeksiyon hastalıkları uzmanları bunun aslında hiç öyle küçümsenecek bir virüs olmadığından söz ettiler. Tedbirlerin alınması gerektiğini belirttiler. Ancak televizyonda biz genellikle kelle paçanın yenmesini, bu işin önemsenmemesi gerektiğini dile getiren bazı hekimleri gördük. Bu kişiler insanların hayatını ciddi anlamda tehlikeye sürüklüyorlar” dedi.

“Bence sağlığın PR’ı yapılmamalı ve sağlık programlarında paralı yayın yasaklanmalı”

Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Televizyonlarda gördüğümüz bu hekimler aslında popüler hekimler”, “Aslında popüler değiller, popüler hale getiriliyorlar” karşılığını veren Esra Öz: “Çünkü bu kişilerin arkasında çok ciddi bir PR çalışması var. Eğer Türkiye’de iyi bir PR çalışması yaparsanız hiç tanınmayan bir hekimi en üst noktaya taşıyabilirsiniz. Bunun altında yatan tek bir nokta var o da para. Parasını verirseniz hiçbir uzmanlığı olmayan birisini çok üst noktalara taşıyabilirsiniz.” Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Medya açısından bu kötü bir şey değil mi? Bazı doktorların çok parlatıldığını görüyoruz. Toplum sağlığı açısından bu riskli bir durum değil mi?” şeklindeki sorusuna Esra Öz: “Çok riskli. Sağlık programlarının hepsi paralı yapılıyor.  Eğer televizyonda bir sağlık programı görüyorsanız ve oraya katılan bir uzman görüyorsanız, yüzde doksan parası ödenmiştir. %10’u para vermemiştir, onda ya konu çok önemlidir, ya da doktor çok popülerdir.”  Bu durumun çok sakıncalı olduğunu vurgulayan Esra Öz, “Bence sağlığın PR’ı yapılmamalı ve sağlık programlarında paralı yayın yasaklanmalı” dedi. 

“Medya okuryazarı olmak kadar sağlık okuryazarı da olmak gerekiyor.”

Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Biz iletişimciler olarak medya okuryazarlığının önemini vugulamaya çalışıyoruz, ancak siz buna bir de sağlık okuryazarlığı ekliyorsunuz. Günümüzde insanlar rahatsızlıklarını Google’a yazarak, acaba ben hasta mıyım diye kaygı duyuyorlar. Bu durum da sağlık okuryazarlığı çerçevesinde değerlendirilebilir mi?” şeklindeki sorusuna Esra Öz ise: “Şöyle söyleyeyim. Medya okuryazarı olmak kadar sağlık okuryazarı da olmak gerekiyor. Sağlıkçılar sağlık okuryazarlığını sağlık iletişimi kapsamında anlıyorlar. Aslında sağlık okuryazarlığı şöyle olmalı; Herhangi bir dijital ortamda, televizyonda, bir hastanenin broşüründe, dergide gördüğümüz bilginin doğru olup olmadığını teyit etme aşamaları aslında. Sadece gazetecilerin değil herkesin sağlık okuryazarı olması gerekiyor. Toplum da bunu bilmek zorunda. Geçtiğimiz aylarda gördük. Herkes gitti, koronavirüsten korunacağını düşünerek kelle paça çorbası içti. Eğer bunun bilincinde olan gazeteciler olsaydı bunun haberini yapmazdı. 

Esra Öz’den Yeni Medya ve Gazetecilik öğrencilerine tavsiyeler;

Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Yeni Medya ve Gazetecilik bölümü öğrencileri içinde sağlık haberciliğine yönelmek isteyenlere  ne tür tavsiyelerde bulunursunuz” şeklindeki sorusuna Esra Öz ise: “Şimdiden haberlerini yaparken özellikle kaynaklara ve uzman seçimine çok dikkat etmeliler. Mümkünse uzmanın bütün özgeçmişini tarasınlar. Uzmanlar alanında nasıldır, neler yapmıştır sorularına cevaplarını bulsunlar, konuştukları konularla yazdıkları makaleler birbiri ile çelişiyor mu diye kontrol etsinler. Çünkü Türkiye’de uydurulan uzmanlık çok fazla. Yazdıklarını resmi kaynaklardan mutlaka teyit etsinler. Bir de mutlaka halkın anlayabileceği bir dilde yazmaları gerekiyor.”

İLETİŞİM EĞİTİMİ İÇİN 100 TEMEL KAYNAK

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinin kitap tavsiyeleri çerçevesinde iletişim eğitimine temel oluşturabilecek 100 Türkçe kaynaktan oluşan bir kitap listesi oluşturduk.

Listeye İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Nazife Güngör, Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Süleyman İrvan, Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hatice Öz Pektaş, Reklam Tasarımı ve İletişimi Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Dinçer Atlı, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. İsmail Arda Odabaşı, Dekan Yardımcısı ve Halkla İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Pınar Aslan, Dekan Yardımcısı ve Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Can Diker, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Hale Yaylalı, Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Gül Esra Atalay, Dr. Öğr. Üyesi Aylin Tutgun Ünal, Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, Çizgi Film ve Animasyon Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Kerim Dündar, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Cem Tutar, Halkla İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Şaha Baygül Özpınar, Radyo Televziyon ve Sinema Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer, Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı Dr.Öğr. Üyesi Özge Uğurlu, Halkla İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Nejla Polat ile Görsel İletişim Tasarımı Dr. Öğr. Üyesi Tolga Erkan katkı verdi.

  1. Ahmet Emin Yalman, Modern Türkiye’nin Gelişim Sürecinde Basın (2018)
  2. Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya (2019)
  3. Alfred Hermida, Herkese Söyle (2017)
  4. Andre Bazin, Sinema Nedir (2011)
  5. Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları (2016)
  6. Aristoteles, Retorik (2019)
  7. Armand Mattelard, İletişimin Dünyasallaşması (2013)
  8. Asa Briggs ve Peter Burke, Medyanın Toplumsal Tarihi (2011)
  9. Aylin Tutgun Ünal, Sosyal Medya: Etkileri, Bağımlılığı, Ölçülmesi (2020)
  10. Aysel Aziz, Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri (2014)
  11. Aysel Aziz, İletişime Giriş (2016)
  12. Aysel Aziz, Siyasal İletişim (2019)
  13. Aysel Aziz ve Ülkü Dicle, Örgütsel İletişim (2018)
  14. Burak Özçetin, Kitle İletişim Kuramları (2018)
  15. Burcu Kaya Erdem, İdeolojik Arena Medya (2012)
  16. Byung Chul Han, Şeffaflık Toplumu (2020)
  17. C. Wright Mills, İktidar Seçkinleri (2017)
  18. Chiristian Fuchs, Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş (2016)
  19. Christian Fuchs, Dijital Emek ve Karl Marx (2015)
  20. Daniel Pink, Drive-Nasıl Motive Oluruz? Nasıl Motive Ederiz? (2017)
  21. David Crowley ve Paul Heyer, İletişim Tarihi (2019)
  22. David Eagleman, Beyin Senin Hikâyen (2018)
  23. Doğan Cüceloğlu, Savaşçı (2019)
  24. Dr. Zülfikar Özkan, Duygusal İletişim (2015)
  25. Duygu Aydın Aslaner- Dijital Çağda Türkiye’de Kuşaklar ve Alışveriş (2019)
  26. Ed Catmull, Yaratıcılık A.Ş. (2016)
  27. Emre Becer, İletişim ve Grafik Tasarımı (2011)
  28. Eric Maigret, Medya ve İletişim Sosyolojisi (2012)
  29. Erol Cankaya, Siyasal İletişim: Dünyada ve Türkiye’de (2015)
  30. Faruk Bildirici, Günahlarımızda Yıkandık: Örneklerle Gazetecilik Meslek Etiği (2018)
  31. Filiz Aydoğan, editör, Yeni Medya Kuramları (2019)
  32. Filiz Aydoğan, Endüstri 4.0 ve Dijital Medya (2019)
  33. Gavin Ambrose, Grafik Tasarımda Tasarım Fikri (2019)
  34. George Orwell, 1984 (2019)
  35. Guy Debord, Gösteri Toplumu (2019)
  36. Gülnur Acar Savran, Feminizm Yazıları Kuramdan Politikaya (2018)
  37. Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü (2019)
  38. Hal Foster, Tasarım ve Suç (2015)
  39. Harvard Business Review- İletişim (2014)
  40. Hatun Boztepe, Kamusal Halkla İlişkiler (2014)
  41. Helen Armstrong, Grafik Tasarım Kuramı /Tasarım Alanından Okumalar (2012)
  42. Henry Jenkins, Cesur Yeni Medya: Teknolojiler ve Hayran Kültürü (2016)
  43. Herbert Marcus, Tek Boyutlu İnsan (2016)
  44. Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi (2016)
  45. İrfan Erdoğan-Korkmaz Alemdar, Öteki Kuram (2005)
  46. Jan Van Dijk, Ağ Toplumu (2018)
  47. Joel Kovel, Doğanın Düşmanı (2017)
  48. John B. Thompson, Medya ve Modernite (2019)
  49. John Berger, Görme Biçimleri (2019)
  50. John Fiske, İletişim Çalışmalarına Giriş (2019)
  51. John Fiske, Popüler Kültürü Anlamak (1999)
  52. John Heskett, Tasarım (2019)
  53. Kevil Kelly, Büyük Teknolojik Dönüşüm (2017)
  54. Burcu Öksüz ve Beril Akıncı Vural, Kurumsal Başarıya Giden Yolda Kurum Kültürü (2016)
  55. Korkmaz Alemdar ve Ruhdan Uzun, Herkes İçin Gazetecilik (2019)
  56. Korkmaz Alemdar, İletişim ve Tarih (2001)
  57. Krishan Kumar, Sanayi Sonrası Toplumdan Post-modern Topluma Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları (2010)
  58. Malcolm Barnard, Sanat Tasarım ve Görsel Kültür (2002)
  59. Manuel Castells, İletişim Gücü (2016)
  60. Marshall McLuhan, Yaradanımız Medya (2019)
  61. Marshall T. Poe, İletişim Tarihi (2015)
  62. Melda Cinman Şimşek ve Nurçay Türkoğlu, Medya Okuryazarlığı (2016)
  63. Metin Kazancı, Kamuda ve Özel Kuruluşlarda Halkla İlişkiler (2016)
  64. Michel Bourse – Halime Yücel, Kültürel Çalışmaları Anlamak (2017)
  65. Mutlu Binark ve Günseli Bayraktutan, Yeni Medya ve Etik (2013)
  66. N. Kerem Düzen, Herkes İçin Kolay ve Pratik Ayrımcılık, Ötekileştirme, Dışlama Rehberi (2015)
  67. Namık Kemal & Ziya Paşa, Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi-Sürgünde Muhalefet (2019)
  68. Nazife Güngör, İletişim Kuramlar Yaklaşımlar (2020)
  69. Nazife Güngör, İletişime Giriş (2020)
  70. Neil Postman, Televizyon Öldüren Eğlence (2018)
  71. Nevzat Tarhan, Değerler Psikolojisi ve İnsan (2018)
  72. Nicholas A. Christakis ve James H. Fowler, Sosyal Ağların Şaşırtıcı Gücü ve Hayatımızı Biçimlendiren Etkisi (2012)
  73. Nick Stevenson, Medya Kültürleri (2008)
  74. Noam Chomsky ve Edward S. Herman, Rızanın İmalatı (2012)
  75. Nurhan Babür Tosun, Marka Yönetimi (2020)
  76. Orhan Koloğlu, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi (2015)
  77. Oya Tokgöz, Siyasal İletişimi Anlamak (2014)
  78. Oya Tokgöz, İletişim Kuramlarına Anlam Vermek (2015)
  79. Oya Tokgöz, Temel Gazetecilik (2017)
  80. Richard Sennett, Gözün Vicdanı, Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam (2013)
  81. Rudolf Arnheim, Görsel Düşünme (2015)
  82. Russel Neuman, Dijital Fark (2018)
  83. Selçuk Artut, Teknoloji İnsan Birlikteliği (2014)
  84. Serap Yılmaz, Tasarım Eğitiminde Biçim Üretme (2019)
  85. Serpil Kırel, Kültürel Çalışmalar ve Sinema (2018)
  86. Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak / Popüler Kültürden Jacques Lacan’a Giriş (2016)
  87. Susie Hodge, Gerçekten Bilmeniz Gereken 50 Sanat Fikri (2016)
  88. Süleyman İrvan, der. Medya Kültür Siyaset (2014)
  89. Tevfik Fikret Uçar, Görsel İletişim ve Grafik Tasarım (2019)
  90. Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi (2020)
  91. Tim Wu, Dikkat Tacirleri (2017)
  92. Ünal İmik, Sanat ve Tasarım Yaklaşımları (2017)
  93. Ünsal Oskay, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım (2014)
  94. Ünsal Oskay, Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri (2014)
  95. Ünsal Oskay, İletişimin ABC’si (2017)
  96. Veronique Vienne ve Steven Heller, Grafik Tasarımı Değiştiren 100 Fikir (2016)
  97.  Walter Benjamin, Pasajlar (2016)
  98. Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens (2015)
  99. Zygmunt Bauman, Bireyselleşmiş Toplum (2018)
  100. Zygmunt Bauman, Küreselleşme (2018)

Gazeteci Ümit Alan ile Gazetecilik ve Hakikat İlişkisi

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen çevrimiçi söyleşide Gazeteci Ümit Alan ile Gazetecilik ve Hakikat İlişkisi konuşuldu.

“Ümit Alan kimdir?”

Söyleşide ilk sözü alan Prof. Dr. Süleyman İrvan, konuşmasına Gazeteci Ümit Alan’ ı tanıtarak başladı. Gazeteci/Yazar Ümit Alan, Gazetecilik macerasının nasıl başladığını anlattı: “16 yıldır İstanbul’ da yaşıyorum, İşletme okurken yerel gazetelere yazı yazıyordum. Daha sonrasında Basın ve Yayın bölümünden hocalar hem işletmeyi pazarlamayı bilen hem de basın yayına ilgisi olan birisi lazım çünkü biz Basın İşletmeciliği Medya İşletmeciliği Anabilim dalı kuracağız bu anabilim dalı için yetiştirmek üzere araştırma görevlisi arıyoruz demişler. Yapmış oldukları teklif ile gittim, daha sonra İstanbul’ a yerleştim.” daha sonra Prof. Dr. Süleyman İrvan; Ümit bey’ in TEDX Bodrum Konuşmasında yapmış olduğu “Hakikatın Bedeli” adlı konuşmasında “Gazetecilik ve Hakikat İlişkisi” üzerine yapmış olduğu konuşmadan bahsetti.

“Gazetecilik doğruyu söyleme mesleğidir.”

Prof. Dr. Süleyman İrvan, “Gazetecilik doğruyu söyleme mesleğidir” Bu tanıma katılıyor musunuz? Bu tanım gerçekten gazeteciliği anlatan bir kavram mıdır? diyerek Gazeteci Ümit Alan’ a sorularını yöneltti. Gazeteci Ümit Alan; “Evet. Hakikatin peşinde koşma mesleğidir, ama başlangıcında çok bu kaygıyla başlamamış şartlar, koşullar ve insanların beklentileri gazeteciliği bu kademeye getirmiş ve normlaşmış zaman içerisinde. TEDX konuşmasında da söylemek istediğim Hakikat bize bedelsiz bir şekilde gelmedi, gazeteciliği de bedelsiz bir şekilde norm olmadığı konusuydu.” Prof. Dr. Süleyman İrvan, sonuçta doğruyu söyleme mesleği ama bu doğruyu söylemek için öncelikle o doğrunun bulunması gerekiyor, bunun içinde araştırmaya birilerine ücret ödemek gerekiyor. Dolayısıyla bunun bir bedeli var, bu bedeli kim ödüyorsa biraz onun dediği oluyor gibi. Gazetecilikte temel problemlerden biri bu” diyerek eklemede bulundu.

 “Koronavirüs Türkiye’ ye bir günde gelmedi.”

Prof. Dr. Süleyman İrvan, Koronavirüs ile ilgili medyanın performansını nasıl buluyorsunuz? Gazeteci Ümit Alan; “Koronavirüs salgını aslında bir günde gelmediği için daha önce davranılabilirdi. Medya daha uyarıcı olabilirdi ama gerçekten uzman diye uzman olan insanlar dışında ismi bilinen insanlar tercih edildi. Canan Karatay, Ahmet Rasim Küçükusta gibi birkaç tane uzman seçildi ve bunlara kamuoyunu rahatlatmak için çevrildi ve bu olay çok küçümsendi. Hakikat bu kadar yıpranınca bedeli ödenmeyip ucuzlaştırılan bir şey olunca insanlarda neye inanacağını şaşırmış durumda.”

Cesaret hep lazım.”

Söyleşide bir diğer sözü alan Dr. Öğr. Üyesi Gül Esra Atalay, “Türkiye’ de gazeteci yetiştirmek de ayrı bir çılgınlık, öğrencilerimiz bakıyorlar görüyorlar ve doğruyu yazan gazeteciler hapse atılıyor, gözaltına alınıyor böyle bir atmosferde gazeteci adaylarını nasıl cesaretlendirirsiniz? Sizde BirGün gazetesi’ nde yazıyorsunuz, diken üstünde bir hayatınız vardır diye düşünüyorum. Biraz cesaret aşılasanız öğrencilerimize.” Diyerek sözü Gazeteci Ümit Alan’ a bıraktı. Ümit Alan; “ Cesaret hep lazım, bizim başımıza geldi bizden sonra oldu gibi düşünmemeliler. Yüksek Lisans tezimi 2003 yılında jüriye sundum ve kabul edildim ama araştırmasını 2001-2002 de yaptım. Gazetelerdeki çalışanların mutlulukları üzerine yaptım. Gazeteciliğin geleceğini daha iyimser görüyorum, çünkü gazetecilik daha bireysel daha küçük ofislere dönüşecek gibi geliyor bana ve bu yüzden büyük bir donanım, kendini yetiştirme ve çok fazla okuyup izlemek lazım.”

Üsküdar İletişim’de bir ilk: Korona Virüs hakkında-Çevrimiçi söyleşi gerçekleştirildi.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen çevrimiçi söyleşide korona günlerinde gazetecilik konuşuldu.

“Medyada doğru haberler kadar yanlış bilgi salgını da var”

Söyleşide ilk sözü alan Dr. Öğr. Üyesi Gül Esra Atalay, medyada doğru haberler olduğu gibi yanlış bilgilere dayalı haber salgını da olduğunu söyledi. Atalay konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu durum çok ciddi şekilde halkın yanlış bilgilendirilmesine ve paniğe kapılmasına neden oluyor. Panik ve korku ortamında çok daha fazla yanlış ve yalan haber yayımlanıyor. Genel olarak dünyada aşı karşıtlığı ve düz dünyacılık gibi bilim karşıtı bir furya vardı. Buna anti-aydınlanma çağı deniyor. İnsanlar inanılmaz derecede çok daha fazla paniklemiş ve korkmuş şekilde yalan ve yanlış içeriklere daha fazla inanmaya başlıyorlar. Yapılan araştırmalara göre korku ve panik durumu bu yanlış bilgilerin çok hızlı bir şekilde yayılmasına neden oluyor.

“Genç kuşağın, yaş almış bireyleri bilinçlendirdiğini düşünüyorum”

Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan, “Bana göre şu an içinde bulunduğumuz durum biraz panik olunması gereken bir durum, öte yandan internet medyası üzerinden yaptığım bir okumaya göre İstanbul’un sokaklarında dolaşan insan sayısında büyük oranda azalma var. Ben bunun sebebini her evde bulunan gençlerin evdeki yaşlı bireyleri uyarması olarak görüyorum. Ana akım medyada yeterince bilgilendirme yapılmadığını düşünüyorum. İronik olarak bu panik havasının, yani duruma yönelik duyarlılığın doğru olduğunu düşünüyorum” dedi. Evdeki genç kuşağın yaş almış bireylerden daha fazla bilgiye ulaştığını ve evdeki yaş almış bireyleri bilinçlendirdiğini ifade eden Ercan, bu süreçte hastalığı atlatan bireylerin rızası alınarak toplumu bilinçlendirici videoların yapılabileceğin, bu konuda kamu yararı olduğunu ifade etti.

“Televizyonlarda herkes Korona uzmanıymış gibi konuşuyor”

İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Nazife Güngör, konuşmasında şunları söyledi: “İnsanlar bu süreci evde geçirecek fakat evde de sürekli televizyonun karşısındalar veya internetin başındalar. Korona’dan başka hiçbir gündem olmaması evde aileyle iletişimi ve panik durumunu çok fazla etkiliyor. İnsanlar korona ile yatıp korona ile kalkıyorlar. Evet, Eren hocaya katılıyorum, ama medyanın panik değil de duyarlılık oluşturması gerektiğini düşünüyorum.” Türkiye’de gazetecisinden sosyoloğuna ve psikoloğuna kadar herkesin birer Korona uzmanıymış gibi konuştuğunu ifade eden Güngör, “Herkes fikrini ortaya koysun ama bu işin bir de uzmanlık kısmı var, dolayısıyla bilgilendirmenin sağlıklı yapılması gerekiyor ve medyanın da toplumu duyarlı hale getirecek şekilde yayın yapması gerekiyor” dedi.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın